yeniköy’ün çınarları

Bir önceki post’ta geçen günlerde aramızdan ayrılan Mehmet Coral’ın son kitabı Yeniköy’ün Çınarları’ndan bahsetmiştim. Aşağıda da, otobiyografik tonlar içeren kitaptan bir alıntı var. Fotoğraf, Mehmet Coral’ın kendi kamerasından. Dört yıl evvel, bir Mayıs günü, “Yeniköy’ün çınarları bahar coşkusunda” notuyla yollamıştı bana. Şimdi bunlar hep anı…

Çınarlar eminim yine bahar coşkusundadır.

*

(‘Yeniköy’ün Çınarları’na ismini veren hikâyeden alıntı)

“Bir de tutkunu olduğum seher vakitleri vardır. Uykusuz bir baykuş olduğum için hep kalkar, dışarı çıkarım o zamanlar. Kimsecikler yoktur ortada. Kedilerle hoş beş edip, Avusturya Sefareti’nin önüne inerim. Sabahın sessizliğinde zaman ötesi bir titreşimsizlik vardır. Hiçbir şey kıpırdamaz. Havanın narin salınımı içinde sadece pek uzak mırıltılar gizlidir. Çınarların tepesinde gizlendiği yerden çıkan bir güvercin kanatlarıyla hafifçe döver havayı. Onu balık bulamamış bir martının yükselişi ve ince bir tramola ile tekrar deniz üzerine yaylanışı izler. Şehrin merkezine doğru akan Boğaz’ın suları üzerinde tülsü bir sis vardır. Aslında her şey aslına doğru akar gibidir. Bu sessizliği denizin içine kurdukları ağ ile küçük bir dalyan oluşturan balıkçıların sesi bozar.

mehmet coral’ın ardından

Yazar Mehmet Coral, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. Bir hukukumuz vardı. Ortak noktamız, onun da bir dönem yaşadığı Amsterdam’dı. Coral’la röportajlar yapmış, kitapları hakkında yazmıştım. İstanbul âşığı, şehrin kıymetini bilen bir insandı. Maceracı bir insandı. Amatör pilottu. Hem uçar, hem uçmak üzerine yazardı. Bir nevi bizim Saint-Exupéry’mizdi. Huzur içinde uyusun…

Son öykü kitabı Yeniköy’ün Çınarları hakkında İstanbul Life için yazmıştım. Anısına, buraya alıyorum.

*

Şair Konstantinos Kavafis, neredeyse tüm hayatını İskenderiye’de geçirdi ama babasının şehri İstanbul’un onda yeri hep ayrıydı. İstanbul’da da Yeniköy’ün… Kavafis, gençlik yıllarında baba semtinde, Yeniköy’de de yaşamış, Boğaz’ın bu eşsiz güzelini hiç unutamamıştı. Şu dizeler onun (Yeniköy’ü, Rumca bir kullanımıyla, ‘Nihori’ diye çağırıyor Kavafis):

“Ey yabancı; eğer doğanın gülümsediği / Ve her çınarın arkasında bir gül kadar güzel / Genç kızların gizlendiği bir köy görürsen / Orada dur, Nihori’ye ulaştın demektir.”

Durmamak zaten kolay değil Yeniköy’de. Bu semt/köy, Boğaz’ın en özel seyir noktalarından biri. Yalıların ardındaki kendi halindeki köy yaşamı, sükûneti ve güzelliğiyle herkese ilham verdi Yeniköy. Hâlâ da veriyor. 

İşte Mehmet Coral’ın son öykü kitabı ‘Yeniköy’ün Çınarları’ bu sürüp giden ilhamdan yararlanan son eser. İstanbul’u, hem tarihi hem coğrafyasıyla en iyi anlatan ustalardan Coral, son kitabına adını veren öyküsünde Kavafis’iyle, asırlık çınarlarıyla, sabah saatlerinin tarifsiz sükûnetiyle ve ‘her çınarının ardında bir gül kadar güzel’ kadınlarıyla Yeniköy’ü başrole çıkarıyor. 

‘Yeniköy’ün Çınarları’ndaki tüm öyküler, yaşamının olgun yaşlarına (ya da genç olsalar bile son demine) erişmiş insanların öyküleri. Yeniköy’den ayrıldıktan sonra, kitabın sayfalarında Karşıyaka sokaklarıyla, Kayseri Talas’ta Taş Mektep’e tırmanan basamaklarla, Elazığ’da hastane koridorlarıyla, Çeşme’nin incir kokan rüzgârıyla karşılaşıyoruz. Kurtuluş Savaşı’nda yakıp yıkarak çekilen Yunan ordusun peşinde doludizgin İzmir’e akan Türk ordusunu izliyoruz. Çanakkale göklerini kahramanca müdafa eden Cemal Durusoy’un gerçek hikâyesini, yine Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde Fokker III uçağıyla ölümüne direnen bir başka Osmanlı pilotununun aklından geçenleri okuyoruz. Kendisi de amatör pilot olan Mehmet Coral’ın bakışı havalardaki bu hikâyelere derinlik katıyor. 

Tüm bu hikâyeler yer yer otobiyografik temalar içeriyor. Bir ortak noktaları da hayatla hesaplaşmaya, yüzleşmeye yer vermeleri. Ama bu yüzleşmeler bir çatışmaya açılmıyor. Kavak yellerinin estiği çağlarla, olgun yaşlar arasında dengeli bir söyleşi var hikâyelerde. Genç fidanla asırlık çınar arasında sürüp giden bir sohbet.  

“Bugünlerde büyük bir bölümünü katettiğim yaşamın anı hasadını küçük tepecikler halinde yığdığım tarlaların önünde geziniyorum. Bellek kısalıyor. Hep geriye doğru baktığın bir aynanın karşısında duruyorsun. Gerçek kişilerle değil, o aynadan sana bakan eski ben’inle konuşuyorsun hep.” diye yazmış Coral. Kitapta bu konuşmalar hep huzurlu bir sessizlikle noktalanıyor. 

Yeniköy’de sabah saatleri gibi…

okurken

Okurken aldığım keyfi hayatta çok az şeyden alıyorum. Günü, saati unutacak kadar derin okuyorsam hele. Kurgu-dışı eserlerde uzun notlar alıyorsam, kitabın altını hatır hatır çiziyorsam; elimdeki, bana bunları yaptıracak kadar yoğun bir kitapsa…

Bir de bu okumayı iş için yapıyorsam. İşte o zaman…

kendime düşünceler – ekmeğin çatlağı

Dün gece de Marcus Aurelius’un ‘Kendime Düşünceler’ini okuyarak geçti. Dışarıda ‘Meditations’ diye biliniyor bu eser. Latin alfabesinde yazılmış Grekçe’de ise ‘Ta Eis Heauton’.

Bir imparatorun; tarihin gelmiş geçmiş en kudretli insanlarından birinin ve aynı zamanda Stoacı filozofların en tanınırlarından birinin kendine, hayata ve insanlara dair notları. Bir imparatorun filozof olması ne tuhaf… Bir imparatorun içine ve doğaya bakmayı öncelemesi ne tuhaf. Üstelik mesela bizdeki 2. Bayezid gibi bir tür inzivaya çekilmiş bir hükümdar da değil; sefer üstüne sefer düzenleyen savaşçı bir imparator bu… ‘Kendime Düşünceler’i büyük ölçüde Germenler üstüne seferler yaptığı sırada, Roma’dan uzakta yazdığı biliniyor. 

Şunları yazmış mesela: 

Doğadaki olaylara eşlik eden hoş ve cazip şeylere de dikkat etmek gerekir. Mesela pişen bir ekmeğin bazı kısımlarının çatlayıp ayrılması, ekmek yapma işine aykırı da olsa ekmeği yeme isteğini arttırır. 

İncirler de olgunlaşınca ağızları çatlar; zeytin ağaçlarında da fazla olgunlaşma, çürümeye yaklaşma, zeytinlere kendine özgü bazı güzellikler katar. Ve başını eğmiş başaklar, aslanın sarkık kaşları, yabandomuzlarının ağzındaki köpük ve başka pek çok şey incelendiğinde güzel görünmekten çok uzaktırlar ama doğanın işleyişine uygun olduklarından onun daha güzel, daha büyüleyici görünmesini sağlarlar. 

Sonuç olarak her yerde, olup biten her şeyi kavrayacak hissiyata ve derin bir anlayışa sahip bir insan, sonuçların sonucundan kaynaklanan herhangi bir şeyi bile hoş bulur, hemen hemen hiçbir şey ona faydasız görünmez. Vahşi hayvanların kocaman açılmış ağızlarına bakmayı, büyük ressam ve heykeltraşların hayvanları tasvir ettikleri eserlerinden daha az hoş görmez. O saf bakışlarıyla yaşlı bir adam ya da yaşlı bir kadındaki güzelliği ve özgün alımlılığı, çocuklardaki sevimliliği görebilir. İşte bunlar gibi herkese açıkça görünmeyen pek çok şeyi, doğayı ve onun işlerini gerçekten bilen, onlara sahip çıkan insan kavrar. (Çev: Y. Emre Ceren, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

Bunları yazmış Marcus Aurelius. Sonra yazdıklarını şöyle bir okumuş, kâğıdı masanın üzerinde bırakıp çadırından çıkmış; Germen kabilelerinin yaşadığı uzaktaki ovalara uzun uzun bakmış. Kafasında yeni harekâtın planlarını yapmış. Kimbilir?

Hayat… Tuhaf değil de ne?